Farklı boyutlarda hissettiğimiz “Gün Doğmadan Az Önce Olan Zaman”ı yaşıyoruz. Yeni şahikaların eşiğinde; bir kapının önünde...
-Noktürn’ün klibi tesadüf olmasa gerek... Hiç birinin olmadığı gibi...-
Yanımızda götüreceğimiz ezgilerden dem vurmuştuk, özümsenmiş geçmişin fırlatma rampası eşiğinde...
Yukarıdaki mesajlarda tek cümlenin ardından başlayan düşünsel ve lirik serüvenin devamı; zamansız sıralarla gelecekti. Gün’e karışmadan diğerlerinin tam zamanı şimdi...
Yine; uzunca bir yazıya sabrınız var ise; buyrun...
Bir cümlenin peşinde külliyatın farklı pencereleri ve müzikal yetkinliğinden yansıyan hissedişlere...
Tam bitti derken, bitti mi gerçekten ?... Herhangi bir müzikal yaratım çalışmasının az çok içinde yer alanlar bileceklerdir. Süreçlerin üzerinde tekrar tekrar ilerlerken basılan her nota sanki bir sonraki tekrarda bambaşka bir yerden ses vermesi gerekir hisler yaratır. Yaratı sancısının labirentlerinde daha mükemmeli arayışın hezeyanları olsa gerek.
Sonsuzluk Notaları’nın gizemli dokunuşlarını bulup çıkarmaya çalışmak da inanılmaz bir serüvendir. Bir “Gemiler Döner Geriye” parçasının solosunu aynı tonda ve senkronla yakalayınca anlatmak istediğim anlamda bu içsel eşleştirme ayaklarınızı yerden kesebiliyor... Aslında bunu tanımlamak ve
“Tamamlanınca eksik kalıyor birşeyler...” le birleştirdiği noktayı aktarmak oldukça zor. Bir hissedişi yazmak... Yazmaya çalışmak...
Böylesi bir sanatçının ışığında küçücük bir zerre olmak bile kafidir satırlar arasında. Bunlar ki; tamamen nacizane içsel izdüşümler. Bir pencereden...
Doymak bilmez bir açlıkla yazmak dahi yetmiyor bazen. Işığında açılan algılardan yansıyanlar, titreşen tellerin manyetikleri arasından dökülüyor kimi zaman, kendiliğinden... Sonsuzluk Notaları’na dokunmaya çalışmak ayın “diğer yüzüne” Apollo 11 inişine benziyor. Elbette kendimce... Sınırlı algılarım ve kabiliyetimce... Bilinen’in bilinmeyen yüzüne, kendimce büyük adımlar... Hayranlıkla dolaşılan ezgi galerilerine dönüşen notalar... Sonrası, kesintisiz huzur süzülüşleri... Kendi kendine uçuş dersleri...
Benzer tınılarda tek başıma düzenlediğim yada düzenlemeye çalıştığım denemelerde oluyor bazen. Bu süreçlerden geçerken “bu parça başka türü olabilir miydi ?” sorusu içimde hep biryerlerden varlığını hatırlatmıştır. Tam “bitti”derken, “bitti mi gerçekten” sorusu “herşeyi yıkıp tekrar kurduğunda bambaşka olurdu” yanıtını verir hep bana... Bu yüzden son noktayı koymak bir yaratı sürecinin en karmaşık yönü gibi... -yanlış anlama olmasın- Bu son sözünü ettiklerim, Sonsuzluk Notaları’nın dışında kendimce yuvarlandığım denemeler için geçerli elbette.
Bu uzun girişin ardından;
Uçuşurken bütün bu düşünceler zihnimde;
“Tamamlanınca eksik kalıyor birşeyler...” dedi Işık Dost; parçanın finalinde... -kimbilir kaçıncıydı-
O an bir şimşek çaktı, hep o son noktayı koyma açısından kıvrandığım herşey film şeridi gibi geçti bu cümle içerisinde....
Yukarıda belirttiğim anlamlarla, Gül Kokulu Çeyiz Sandığı’nın finalinde teknik olarak “son nokta” nasılda mükemmel incelikte bir espiri ve zeka ürünü olarak yerleştirilmişti. Bir mücevher gibi....
Şarkının söz örgüsüne ve parçanın teknik işlenişine müthiş bir göndermeyle finali gerçekleşiyordu. Tamamlanınca eksik kalma durumu, tamamlıyordu parçayı....
İşte bu yüzden Gül Kokulu Çeyiz Sandığı açılınca, o yolculuk bitmiyor, bozulmadan değişiyor; aynı kalarak başkalaşıyor; ama hiç bitmiyor.
“Her şey, her an sonsuz bir değişim halindeyse bence bu yolculuğun güzelliği,
hiçbir boyutta hiçbir şekilde kesin bir varış ve bilgelik noktası olmayışıdır.” *Nurdan kanatlarında ötelerden süzülen... Söylemlerin baktığımız yere göre şekillenen farklı renklerdeki anlamları ile ilgili yine
“Tamamlanınca eksik kalıyor birşeyler...” cümlesi bambaşka desenler çiziyor, gül kokulu koridorun duvarlarında...
Bir önceki teknik önermeyi de kapsayacak şekilde, parçanın finali için cümleye daha farklı bir açıdan bakarak;
1990 yılında Işık Dost’un bir röportajından küçük bir alıntı.
“.......
... Ben oluşturduğum üretimleri bir vahiy gibi kabul ediyorum, bir anda geliyor. Blok halinde sözüyle, müziğiyle geliyor ve ben onu sonradan müzik bilgim değiştirmeye, matematikselleştirmeye müsait olmasına rağmen bunu yapmayı o gelen üretime saygısızlık olarak kabul ediyorum. ....
......” **Böyle bir deyişin ardından; nurdan kanatlarını çırpa çırpa ötelerden süzülen en doğru kainat giysileriyle donatılmış Gül Kokulu Çeyiz Sandığı’nın sonuna; bundan daha güzel bir final yakışabilir miydi ?
“Tamamlanınca eksik kalıyor birşeyler...”Son söz; Paylaştıklarım kendisini anlatıyor, küçücük nokta içinde bir gizli nüve...
Tüm bunlar, bir cümlenin ardından bütün bir külliyatın içinde kaybolup, kendi içime dönüşlerden yanımda getirdiklerimdi. Bunlar ki; tamamen nacizane içsel izdüşümler. Bir pencereden... Yolculuk bitmeyecek. Elbette bunların dışında, sizin yüreklerinizde de kimbilir ne ışık yansımaları vardır ?
Her türlü üretimlerinin parıldadığı 35 yıla yayılan ışıltılar içinde, bırakınız bir parçayı yada bir yazıyı; Bir cümle veya bir nota bile sizi bir anda bastığınız yüz ölçümlerinden çok çok ötelere taşıyabiliyor.
Yayılan sonsuz enerjiden yansıyan renkler; titreştirdiği yüreklerin her birini bambaşka anlamlara uyandırabiliyor.
Bir Küçük Düşünce’nin Yürek Büyüsü...
Kendisinin ve Zarif Eşi’nin üretimlerini; zaman ve mekanın olmadığı boyutta; -kainatla içiçe- böylesi biricik eserler yapan asıl evrensel “sır” bu sanırım.
Şekillerden azade buluştuğumuz sonsuzluklara;
Işık ve sevgiyle...
* “Işık ve sevgiyle...” İlhan İrem / Fenomen Dergisi
** “Beni Müzikal Hatalar Yarattı” Orhan Kahyaoğlu/Boom Müzik/ Şubat 1990